top of page

Cadılar Mevsimi   İrem Kavunç      

Yıllar önce anlatılan eski bir efsaneye göre, Avrupa’nın bilinmeyen bir bölgesinde, haritalarda bile yer almayan, dört mevsim sisle örtülü gizemli bir dağ kasabası varmış. Sessizliğiyle insana zamanın durmuş hissini veren bu köhne kasabada, halk kendini ikiye ayırırmış: cadılar ve külkanlar. 

Bu iki topluluk birbirine öylesine düşmanmış ki evlerinin camından dışarı bakarken bile göz göze göze gelmemeye yemin etmişler. Cadılar, külkanları duygularını kontrol edemeyen, ruhları boş ve hayatta ne istediklerini bilmeyen yaratıklar olarak görür; külkanlar ise cadıları Tanrı tarafından lanetlenmiş, karanlık güçlerin sonsuza kadar peşini bırakmayacağı iblisler olduklarına inanırmış. Her iki taraf da diğerinin sadece durmasını bile bir tehdit, var olmasını bir günah, yaşamasını bir hata olarak kabul edermiş. 

Yıllar geçerken bir şekilde hayatlarını kurmaya ve yaşamaya çalışan bu iki aykırı topluluğun işi çok zorlaşmış, çünkü bu nefret düzeninde yaşamak neredeyse imkansıza yakınmış. Mutsuzluk bu kasabaya öyle bir kök salmış ki, bu ağacın hangi başını kesersen kes hiç beklemediğin bir topraktan tekrardan tomurcuklanıp büyümeye başlarmış. Çocuklar dışarı çıkamaz, kadınlar kendi evlerinde konuşamaz, erkekler işlerinin başına geçemez olmuşlar. Bu kurulu düzenin bozulup bir topluluğun huzura kavuşması için gereken şeyin diğer topluluğun sonsuza dek yeryüzünden silinmesi gerektiğini herkes biliyormuş aslında ama o günün ne zaman geleceğini kimse kestiremiyormuş.

Sonbaharın son günü. 

Yağmur, zamanın akışını yavaşlatacak kadar hızlı yağarken,  gök gürültüleri insanı sağır ederken ve şimşekler her saniye bütün gökyüzünü sanki ruh görmüş bir insan gibi bembeyaz yaparken, cadılar karşı saldırıya geçmişler. Şafak vaktinde başlayan bu saldırıya külkanlar şaşırmış, ama bu günün geleceğini bildikleri için hazırlıksız değillermiş. Daha önce defalarca provasını yaptıkları bu savaşa sanki normal bir güne uyanmış gibi uyanmışlar, daha önce hazırladıkları ve özenle sakladıkları yüzlerce teçhizatlarını kuşanarak taarruza geçmişler. 

Gökte cadılar karanlık bir siluet gibi her yere süzülüyorlarmış. Yerde ise külkanlar aynı makine gibi düzenli ama acımasızca ilerlemişler. Kaç saat, kaç gün ya da kaç ay sürdüğü bilinmeyen bu savaş bitene kadar gökyüzü, karanlık bir sfenks gibi tüm kasabayı yutmuş, içerideki her umudu ve her hayali silip süpürmüş.

Ancak güneş sonunda ufukta gözükürken, külkanlar masmavi bir çarşaf gibi hareketsiz duran gökyüzünde bulut da dahil hiçbir şey görememişler. Hiçbir yaşam belirtisi yokmuş —sessiz ve soğuk. 

Cadılar bu acımasız savaşta yenilen taraf olmuşlar belki ama en azından anlatılanlara göre savaş yanlısı olmayan bazı aklı başındakiler kaçıp kendini kurtarmış. Bir daha o kasabada ne bir cadı görülmüş, ne de cadı kelimesi kullanılmış.

Her yıl sonbaharın ilk günlerinde, Avrupa’nın sisli bir dağ köyünde “Cadılar Mevsimi” başlar. Efsaneye göre, bu mevsimde kaybolan kalpler birbirini bulur ama yalnızca biri hayatta kalır. Bu yüzden yerli halk bu mevsimde âşık olmaktan, hatta göz göze gelmekten bile kaçınır.

© 2025 by ZOR Dergi. 

bottom of page