Şimdi Ne Olacak?
“Öldüm mü?”
“Evet.”
Şaşırdı. Böyle olacağını düşünmemişti. “Düşündüğüm gibi değilmiş.” Sıcak bir ses tonu ile cevabını aldı, “Ne sanmıştın?”
“Bir yaşam olmaz sandım.”
“Yanılmadın öyleyse. Yaşamıyorsun, burada da bir hayat yok. Ruhun birazdan uykuya dalacak.”
“Sen tanrı mısın?”
“Hayır.”
“Nesin o zaman?”
Bir yanıt alamadığı için başka bir soruyla şansını denedi, “Ne zaman öldüm?”
“Birkaç saat önce.”
“Birkaç saattir neredeydim?”
“Hakikaten ölüp ölmek istemediğin üzerine düşünüyordum.”
“Ve istediğime kanaat getirdiniz.”
“Sen getirdin.”
Kafası bulandı. Ruhun huzura ereceğine emindi ve böyle bir “karşılama” yirmi bir yıldır kendi inancının hiçbir bölümünde yer almıyordu. İşin dini boyutu ile ilgilenmek istemediği aşikâr olsa da günün sonunda şu anda yaşananlar canını sıkıyordu. Hâlâ bir şeyler hissediyor olmanın getirdiği usanmışlık ile sohbete devam etti.
“Şimdi ne olacak?”
“Şimdi, düşünmen için uzunca bir zamanın olacak.”
“Düşünecek ne var? Olmasını istediğim buydu.”
“Beklediğin de bu muydu?”
Evde her akşam çıkan gürültünün sabit tınısı kadar çirkin bir soru oldu onun için. ‘Ölmüşüm zaten, bir de hesap mı vereceğiz?’ diye düşündü. Ne demek beklediği bu muydu?
“Buydu.”
“Emin misin?”
Emin olabilmek onun için yalnızca seçkinlerin erişebildiği bir eylemdi çünkü o verdiği hemen her karardan ya da elleri gözlerinde topuklarına vura vura kaçtığı boşluktan daima pişman olurdu. Yediği birkaç tokattan bu yana iktidarsızlaştı ve ne zamandır havalandırılmamış evinin penceresinden erişemeyeceğine emin olduğu özgürlüğe imrendi. Emin hissettiği tek mevzu buydu ancak bu inanç doğrultusunda kendine sadece yazık etti. Dolayısıyla aldığı soru yalnızca diken etmedi tüylerini, aynı zamanda cansız bedenini yakıp kül etme isteği uyandırdı. Uzun zamandır içinde bulunduğu hissizliğin ardından suratına yapışan ekşi bir tükürük, adeta soluğunu kesen bir koşu gibi hissettirmişti. Emin olup olmaması artık neyi değiştirirdi? Her sabah uyandığında kendini tekrarlayan bir karardı bu. Kararını sorgulamak için geride bıraktığı bir ömür müddet vardı. Yetmemesi ona göre imkansızdı. Kulağı çınlarken bu sefer o cevap vermemeyi tercih etti.
“Birinin seni kurtaracağını düşünmedin mi”
Tepesinin tası gitgide atıyordu. “Kimsem yoktu.”
“Önemli değil. En kötü ihtimale hep hazırlıklı olurdun. Herhangi biri orada olur sanmadın mı?”
“Kimsin?”
“Kapını kilitlemedin. Telefonunun sesi açık, yanıbaşındaydı.”
“Kim olduğunu söyleyene kadar susacağım.”
“Perdeni bile örtmedin, hep örtersin.”
Sessizlik oldu.
“Açıkçası şaşırmadım.”
“Ne istiyorsun benden?”
“Bir cevap. Emin miydin?”
Olmadığını biliyordu. Son nefesini verdiğinde bundan böyle ‘yüzleşmek’ olmayacaktı onun için. Şu dakika bile emin olamayışı zihnini tırnaklayan bir toynak gibi başına ağrı yapıyordu. Ölmek bile suçlu hissettirir mi? Hak etmediğine inandığı bir yaşamın tadı mı daha kirliydi yoksa yüze ayak basan ölümün mü, bunu düşündü. Belki de beş yaşında tanrıcılık oynamayı öğrenemediği için yükünün bilincindeydi.
Güneş onun için ne zamandır yükselmiyordu, ay günlerdir batmıyordu. Aciz bir ruh, tanıdık olmayan bir kavram olsa da yanına yakışır durduğunu sezdi ama yazdığı hiçbir şiirinde bunu düşünmedi. Düşen hiçbir yaprak tenine değmedi, bastığı karlar yere gömülmedi, gözünü açtığı vakte kadar daldığı uykudan bihaberdi hep, daha önce gezdiği hiçbir yerin ona ilham olan sanatçıların yuvası olduğunu fark etmedi, hatalarının pişmanlığını daha yapmadan hissetti ve hiçbir zaman ne kadar üşüdüğünü anlamadı. Her şeye hazırda duran bir cevabı vardı çünkü düşünmek vahim bir konuydu.
“Değildim.” Sesi çok çıkmadı.
“Bir şansım daha olsun ister miydin?”
Kulağının çınlaması durdu. Konuşanın kendisi olduğunu idrak ettiği vakit göğsünü saran utanç ile gurursuzca bekledi.
O kapanan gözleri ile beklerken bizler ise, namı diğer “geride kalanlar”, onun ruhunun huzur arayışında olduğuna güvenerek kendi tanrıcılığımıza devam ettik. Acınası ve zalimi tadarken yediğimiz en leziz lokmalar olduğuna inandık belki de. Öyle gerildik ki halat kopsa da ellerimiz iz bırakırcasına sıkmaya devam etti ipi ve öyle toyduk ki kazananın biz olduğunu sandık. Olan bitenle bir beden olduk ancak önümüzü görmedik. Ne olacağı ile ilgilenmedik çünkü ne olduğu göz kamaştırıcı geliyordu. Affınıza sığınarak soruyorum, ne olacağını bileniniz var mı?