top of page

Bağırsak Hikayesi

​İnce bağırsağımla tartıştık az önce. Yani, tamam, anlıyorum, çok çalışıyor gün içinde ama lütfen ya… Daha ilk yudumdan trip atmalar, guruldamalar kalabalığın ortasında… Rezil ediyor beni!
Halimden anlayacağını ümit ederek müdüre gittim işte, oturduk, çay söyledi hemen sağ olsun. Her ne kadar hayırsızın teki de olsa bilir çay içmeyi sevdiğimi.
Neyse, anlattım durumu. “Eheh, e tabii, yani, eee… ya bizim baarsak işte… biliyon huyunu… tabii senin de hakkın var, goruşürüm ben onungla” dedi ama beni eğledi orada, fark etmedim değil. Sanki çocuk var karşısında! Tam da böyle söyledim. “Çocuk mu var senin karşında, anlamıyor muyum anlattıklarımı geçiştirdiğini, işe yaramaz herif seni!”
Biraz tırstı sesimi yükseltince. Tırsacak tabii! Onu bana hizmet etsin diye yarattım ben, beni başından savsın diye değil.

Hahah,
Arada böyle azar çekmek gerekiyor, biliyor musun?

Oturduğu koltuğun ucuna kadar kaymıştı farkında olmadan bizim müdür, bir anda koşarak kaçmak ister gibiydi. Dizleri tir tir titriyordu. İyi de oldu. “Yaaa,” dedim içimden, “böyle yola gelirsin işte.” Gözlerini dikti sonra yüzüme, sanki duymuştu aklımdan geçenleri. Arkasında bir ruh yok gibiydi bu gözlerin, ışığa susamışlardı. En son birkaç gün içinde tatile çıkacağını duyuran burnumu incelediğini gördüğüm bu gözler aniden önümdeki telefona kaydı. Sebebinden kendisi de emin olmasa da her ahizeyi kaldırdığında yaptığı gibi dudaklarıyla “brr” yaptı.

“Gızım! İki çay daha gap getir ama iyi demli olsun!”

Hmm.

Ne güzel şey şu çay!
İçtim ben de tabii, hakkım değil mi!
İyi oldu iyi.
Yumuşadım, sinir stres kalmadı içimde.
Sohbet ettik biraz daha müdürle. Edebiyat konuştuk. Edebiyat konuştum. Sabahattin Ali’ye ne büyük bir hayranlık beslediğimden, romanlarını tekrar tekrar okuduğumdan bahsettim. O sustu. Uykusunun geldiğini düşünüp müsaade istedim.

Masamın başına geçtim bu sefer. Bir hikâye yazmaya başladım: Bağırsak Hikayesi.
Tık tıkı tıkk tık tıkı tık tık tık.

Hikâyede tüm organlarım konuşabiliyordu güya, laflıyorduk birlikte. Hah! Bir kere ben muhafazakâr değilim, tamam mı! Saçmalığın daniskası! Beyin öyle diyor.

Hahahah.

Durdum, düşündüm.
Düşündük.

Ne hadle… ne hadle sorgular beni!

Beyne haddini bildirmek şart oldu.

Gerekeni yapmak üzere yan apartmandaki pizzacıya girdim. Ayy, salak herifler yakmışlar hamuru, her yer duman olmuş!

Neyse, üst kata koştum. 17 numaralı kapıyı tıklattım. Tık tık tıkkkk!
Kimooo?

Beyiin.
Ben, benim.
Yani beyin, yani bayan- ya, her neyse!

Kapıyı açtık. Hoş geldiik efendim!

Baktım paşam almış ince belli bardakta çayını eline, çekmiş beyaz atletle gri eşofmanı, pazar keyfi modunda sultan hazretleri.

Yok öyle.

“Höst,” dedim “yerden çekirdek kabuklarını filan topla bi’, temizle şu apartmanı, pislik herif!”
Hiç umursamadı beni. Hatta bir ara baktı da suratıma, af dileyecek sandım.
Yok.

“Şunu bi tutuver sanga zaamet.” “Heh.”

Verdi elime bardağı, öylece kalakalım.

“Hade, Allah rahatlıng versing!”

Dedi,

Geçti yatak odasına, kapıyı da çarptı suratıma. Aniden öfkelendim, çektim kapıyı, bardağı salladığım gibi fırlattım kafasına. Hahahah, fırlattım. Kafasında parçalandı bardak. Yere yığıldı beyin. Herkes gördü bizi ağ tutmuş pencereden. Tüm dünya gördü. Bağırsak da gördü.

Bağırsak…

Şimdi sıra bağırsağa geldi.

Fırladım çıktım dışarıya. Baktım bağırsağa. Bağırsak bana baktı. “İçer misin?” dedi, çay bardağını uzattı. Hmm. “Hmm.”

İçerim tabii dedim, kaptım bardağı. Tam bir yudum alacaktım ki o tavşankanı çaydan, elime tekmeyi geçirdi bağırsak.

Olamaz, siyah kuşağı varmış!

Bardak elimden fırlayıp havada taklalar atmaya başladı. Ağır ağır dönüşünü, yere değer değmez tuzla buz oluşunu izledim bardağın. Sanki bu anı daha önce yaşamıştım.

Çok ses.

Sonra sessizlik.

“İçme,”
“içten içe hasta ediyorsun kendini.”
“Beni.”
Dedi.

Durdum. Düşündüm.

Düşünüyormuş gibi yaptım.

Evet.
İyi değil bu çay. Beni sağlığımdan etti. Bizi birbirimize düşürdü.
Evet, haklı o.
Bağırsak haklı. Haklı olmasına haklı da… bağırsak kimdi?

Sonra masamın başına oturdum. Bir hikâye yazmaya başladım: Bağırsak Hikayesi. Biraz ilerlemiştim ki annem geldi, ışığı kapatmamı rica etti. Vakit gelmiş meğer, fark etmemişim atlattığım badirelerden.

Tamam dedim,
son birkaç sözcük daha, anneciğim.

Tık tık tıık
Tıık tık tıık tıık
Tık tıık
Tıık tık

Anahtara bastım, klik.


İyi uykular.



© 2025 by ZOR Dergi. 

bottom of page