Bir Zaman Yolcusunun İtirafı
Zamanı geriye alabilme şansınız olsaydı hangi zamana gitmek isterdiniz? Evet, soruyorum size hangi
zaman-... Hmm... Sanırsam hala bir cevap yok. Pekala bir saniye... Hah! Oldu işte. Evet, merhaba size
kendimi tanıtayım isterseniz ben kabul edilebilir bir gelecekte Zaman Yolcusu Tyrethus, kozmik
gelecekte girilemeyen gidilemeyen yerlere gidip bazı antikalar topluyorum. Aslında bir bakıma sizin
deyişinizle hurdacı gibiyim ancak daha yüksek donanımlı olanından! Bunu yapmamın nedeni ise belki
de sizin hiç tahmin etmeyeceğiniz nedenlerden ötürü... Yani... Bundan daha sonra bahsedebilirim
ancak evet nerede kalmıştım... Sizin bilmediğiniz ya da gitmek istediğiniz yerlere gidebiliyor
oralardan antika toplayabiliyorum. Vaktim olunca da bunları size aktarmaya çalışıyorum en azından
şimdilik... Neyse ana meselemiz bu değil izin verin size birkaç hikayemden bahsedeyim. Neredeydi şu
kumanda zımbırtısı? Nereye koymuştum... Yok bu değil... Hayır, bu da değil... Tamam! Buldum evet!
Yıl M.Ö 432 (En azından Dünya tarihine göre)
Günlerden yine Majoris’in kırmızı olduğu Plüton’un dışlandığı Ay’ın Dünya’nın peşinden ayrılmadığı
Güneş’in yine kızgın olduğu bir zamanda ben ve gemim siz insanların Dünyasına gelip antika
toplamaya koyulmuştum. Biraz dünyanın üzerinde dolandıktan sonra gözüme kestirdiğim bir yere
inmeye karar verdim. Aslında biraz rastgele de oldu diyebiliriz ancak bir önemi yok. Gemimi biraz
tepelik bir yerde görünmeyecek yerde durduktan sonra içinden inmeden önce herhangi bir tehlikeye
karşı korunmak için şirketimin bana sağladığı giysileri giydim ardından işverenimin kontratına biraz
göz attıktan sonra gemimden indim. Hedefim, Atina denilen bir yerde bir kitabı yerinden almaktı.
Orada birisiyle tanışacağım ve onunla arkadaş olmam söylendi. Bende öyle yapmak için yola
koyuldum yolda yürürken kimi zaman bazı bineklerle dolaşan insanlar ve ellerinde parıltılı göze
çarpan eşyaların olduğunu gördüm galiba bunlar buranın ticaret malları olsa gerek. Biraz daha
ilerledikten sonra Atina’nın surlarını ve beyaz kenti görmüş bulundum daha sonrasında içeriye
adımlarımı atmaya kalkıştığımda önüme kafasında tüyleri olan ama bir o kadar da dik tüyleri ve
kaskları sarı olan iki mızraklı adam yaklaştı. Ben tabii hemen geri çekilmedim onlara hemen
hazırlamış olduğum bir kağıtta onların dilinde olacak bir yazı gösterdim. Yazı ise tam olarak
“Yıldırım’ın oğlu savaşın kendisi tarafından geliyorum” tarzında bir şey yazıyordu... Galiba evet
öyleydi Zeus dedikleri bir adamın emrindeyim diye girdim içeri sonrasında içeride gezinmeye
başladım. Az önce gördüğüm o bineklerle giden kişileri yeniden görmeye başladım biraz düşündüm
yanlış mı geldim? Diye sonrasında hayır buranın doğru yer olduğunu gezinirken ki büyük beyaz
taşlardan yapılan yapıdan anladım. Dışarıda da birisi etrafında topladığı kimselere yaşadığı olayları
anlatıyordu tıpkı benim gibi. Oradaki kalabalığa bende katılmak isteyip en azından ne olduğunu
anlayana kadar dinlemeye başladım duyduğum sesler ise sürekli “Olmaz öyle şey!” “Vay! Kafir!”
“Demek öyle dedi?! Nerede bu adamın evi!” sesleriydi biraz daha dinledikten sonra Zeus denilen
adama karşıt olarak yeni adamları şehre getirmeye çalışan birisinden bahsediliyordu. Adı da
Sokratesmiş öyle bir adammış ki kimsenin karşısına çıkmaz, kimseyle konuşmaz ancak her yerde
konuşulacak derecede bilgi birikimi varmış. Bende içimden “İşte konuşmam ve antikasını almam
gereken kişi bu” diye düşündüm ortada herkese Sokrates’i anlatan kişi biraz daha anlattıktan sonra
sözü şununla bitirdi. “Ve işte böyle savundu...” ardından etrafındaki kalabalık biraz donuk suratlarla
ona bakarak kalsalar da sonrasında anlatımı bitince hepsi evlerine dağıldı bende o sırada hikaye
anlatıcısının yanına gittim ve tanışmak istedim. Kendini “Platon” olarak tanıttı. Beyaz sakalları ve
seyrek beyaz saçlarıyla, orta boylu, biraz somurtkan ve hafif sert bir tipi olan bu adam görünüyor ki
Sokrates’in yakın bir arkadaşı olsa gerek sonrasında beni biraz süzdükten sonra buralı olmadığımı
söyledi bende ona biraz kuzeyden geldiğimi söyledim o da tekrar süzdü ve sonrasında bir şey demedi.
Sonrasında ben lafımı geciktirmeden ona Sokrates ile tanışmam gerektiğini epeyce konuşmak
istediğim birisi olduğunu söyledim. Gözlerini açtı ve sonrasında bunu yapamadığını Sokrates’in
nerede yaşadığını bilmediğini söyledi. Sonrasında ben ona giriş için kullandığım kağıdı gösterince
biraz farklı tepki verdi. Hemen elimdeki kağıdı gördüğü gibi donuk şekilde baktı ardından sakalını
kaşıyarak “Sokrates... Sokrates... Bilmiyorum o herifin nerede olduğunu ama biraz Atina’nın dışında
yaşıyor gibiydi sanki” dedi. Ona pek inanasım gelmedi. Ehh... Tabii kaç kozmik yıldır bu işi
yapıyoruz haliyle biraz da güvenilirliği anlamayı biliyoruz. Ona yapmacık bir şekilde kafamı
salladıktan sonra o tedirgin ve tuhaf bakışlarıyla arkasını döndü ve sokağa doğru yürümeye başladı.
Bende arkasından gizlice takip ettim yürüdüğü sokaktan sağa saptı ardından gittim sonrasında bir eve
girdi ve kapıyı kapattı. Yavaşça evin etrafında dolaşırken içeriden bağırışma sesleri duydum
“Sokrates! Sokrates!” diye bağırıyordu. Herhalde Platon bu olsa gerek diye düşündüm ve içeriye
girmenin yolunu aradım Sokrates içerideyse onunla tanışmam gerekiyordu. Biraz etrafa bakındım ve
çatı arasından bir boşluk olduğunu gördüm oraya çıkmak için bir merdiven buldum ve çıktıktan sonra
içeriye bakındım Platonu bir yere oturmuş ve kağıtlara yazı yazarken buldum. Sonrasında gözüm
Sokrates’i aradı nasıl biri olduğunu merak ediyordum. Biraz bekledim... bekledim... biraz daha
bekledim sonrasında havanın karardığını fark ettim bunu bilerek içeriye girdim. Saatlerce Sokrates’in
bir izine rastlamamıştım içeriye girmemle birlikte Platon beni fark etti ve üzerime doğru saldırdı onu
biraz engelledim sonrasında bana “Hayır! İzin vermeyeceğim! Sokrates yaşıyor!
Öldüremeyeceksiniz!” diye bağırdı. Bende onu üzerimden attıktan sonra “Sokrates ile tanışmam
gerekiyor dedim! Niye bana yalan söyledin? Nerede Sokrates!” dedim. Platon yine bahaneler uydurdu
daha sonrasında gitmezsem şehir gardiyanlarını çağıracağını söyledi. Bende ona önemli olduğunu
Sokrates’in fikirlerine saygı duyduğumu söyledim ben böyle söyleyince bir anda değişti yüzü güldü
ihtiyarın sonrasında bana baktı Sokrates’in birkaç vakte olacağını söyledi. Ben yine bahane
uydurduğunu düşünerek ona Sokrates’in yeni adamları şehre getirmesine katıldığımı söyledim o da
bir hışımla içeriye koştu ve sonrasında kağıtlarla geldi ardından bana bakıp “Öyle mi? O zaman bak
bu onun savunması oku” dedi. Biraz okuduktan sonra savunması her ne kadar tekrar edecek şekilde
düşündürse de savunmasını beğendiğimi söyleyince Platon aniden beklemediğim bir şey söyledi.
“Sokrates yok” dedi ona ne demek istediğini sorunca bana Sokrates’in asla olmadığını ancak onu
bildiğini söyledi. Garibime giden bu konuşma ve itiraftan sonra onun sarhoş olabileceğini düşünerek
biraz daha konuyu ilerlettim ardından Platon bana tekrar Sokrates’in olmadığının iddia edince ona
karşı çıktım böylesi bir adamın olmama ihtimalinin olabilir mi diye sorguladım. Artık nasıl olduysa
ben bile Sokrates’in var olması gerektiğine inandım Platona karşı çıktım Platon da bana karşı çıktı
sonrasında Platon, Zeus isimli adamın kötülüklerinden bahsetti aslında onu sevmediğini ve onun
etrafındakilerin çağ dışı olduklarını bozuk olduklarını dile getirdi. Şahsen etkilendim etkilenmesine
ama yaptığı şey Atina şehri için suçmuş ona biraz bunları dile getirmesi gerektiğini söyledim o da
yine Sokrates’i söyledi. Hala aklım almıyordu... Var mı yok mu? Platon düşündüğümü fark edip
sonrasında “Var olsa da olmasa da sizi kurtaracak” diye söylendi. Yine anlayamamıştım Sokrates’in
varlığını ancak iyi hissettiriyordu gerçekten de vardı... Sanki oralarda o binaların içinde yaşıyordu.
Platon’nun Sokrates’in yakın arkadaşı olduğu varsayımına dayanarak sabaha şafak vakti Platon’un
evinde misafir olarak kalırken onun odasını karıştırdım ve sonunda aradığımı bulmuştum “Sokrates’in
İtirafı” adlı kağıt parçalarının sarılmış bir iple rulosunu buldum sonrasında onu iç cebime atarak
oradan ayrıldım. Hızla fark edilmeden gemime döndüm koşa koşa giderken arkamdan birisinin
bağırışlarını duydum “Sokrates! Sokrates! Kaçıyor! Yakalayın! Hırsız! Platon’un evini soymuş
hırsız!” ne olduğunu anlayamasam da hızlıca gemime binip oradan uzaklaştım. Gemim yavaş yavaş
uzaklaşırken Platon arkamdan bana Sokrates diye bağırırken ben çoktan uzaklaşmıştım.
İşte böyle dostum... Belki de Sokrates vardı belki de yoktu ancak Platon çok agresifti belki de sebebi
vardı ancak hiçbir zaman bilemeyeceğiz.