Bir Curcuna: Bilmemek Üzerine
İnanç
Özveri
Hiçlik
Parmağımı yıllardır saran yüzüğün edindiği yer kadar belirgin bir döngü, kurallarla sıkış tıkış edilmiş bir kitap kadar anlamsız ama ebedi. Lüzumsuz sorularla dolan ayakkabılarımın tekini kaybettim, kalanı beni topallatıyor ve yönümü şaşırtıyor. Ne zamandır öksüz kalan bir sırta sahip olduğumu bilmiyorum.
“Bilmiyorum.”
“Bildiğin bir şey var mı?”
Sorunuzu dürüstçe yanıtlamak isterim. Bir ladin ağacı değilim mesela, mevsimler beni kolay savurur. Tanrı değilim, yargıça değil aşikâra inanırım. Zu kuşu hiç olamam, fırtınanın içinde boğulabilirim ancak ve ancak. Sahte olamam, bilakis gerçek benim için ne idiği belirsizdir. İkiyüzlü müyüm? Hiç sanmam, belki dört veya beş. Uğradığım oncasından sonra bir bozgun olduğumu söylemek de haklıca olmaz. Sonu belirsiz bulvarda, denizin sıcak yüzeyinde, buz kestiren bir günün akşamına yudum alınmış şarap kadehinde, gecenin bir başınalığında veya batımın ısıtıcı turunculuğunda bir yaşam kırıntısı aramam. Nitekim, derin bir uykuda veya kara kedide tükenişi görmem. Ölümün orada ne işi olur? Hatırsız değilimdir fakat kaçını bilirim, meçhul. Her günün nezdimde yeni bir başlangıç olmamasıyla birlikte sonu da bitiş değildir. Hiçliğin içinde iki perde aramak çağ dışı gelir. Çağ nedir ki dışı ne diye sorulursa şayet cevapsızım. Tok olabilecek kadar tatmin bir şahsiyet taşımıyorum, tatmin olamayacak kadar toy olabilirim. Üç kuruş param var ancak üç şanslı sayımdır. Saymayı ise bilirim ama sayarken mutlaka sebepsizce atladığım birkaçı olur. Dinmem, İngiliz tabancası gibi kurulurum. Ben’sizimdir. Bakmayın dilime kaynaştığına, “ben” dedikleri adamı tanımam etmem. Çok okurum, hiçbirini anlamam. Neyi anlamadığımdan bile haberdar değilimdir. Tilki nitelendirmesi yapılacak boyutta bir açıkgözlülüğüm yoktur, aksine budalaca tavırlarım azımsanamaz. Yalnız mıyım? Zannetmem, taş çatlasın yoksun bırakılmışımdır, bir başıma olsam herhalde bilincinde olurdum.
“Bilmiyorum.”