Gölgemin Notları IV
28 Nisan 2004
Diğer günlerden daha keyifli bi gün olacağını biliyorum.
Havalar iyice ısındı. Bunu fırsat bilen ziyaretçiler de çoğalıyor
günden güne. Ana babasını, yakınını görmeye gelenlerle çoluk
çocuk dolduruyor bahçeyi. Salih de gelecektir bugün. 2 gün
önceki ziyaretinde bugün için tekrar geleceğini söyledi. Israrla,
arzumun başı gözü üstünde olduğunu söylese de onun
sohbetinden daha iyi gelen bi şey yok benim için.
15 yıla yakın bu odanın duvarlarına gömdüğüm sessizliğimi
çekip almayı bilecek kadar usta bi hitabete sahip kendisi. Ana
babasını memlekette bırakıp bu koca şehre hekim olma hayalini
gerçekleştirmek üzere okumaya gelmiş. Ülkenin böyle aydınlık
ve merhametli yüzleri, doktor öğretmen olmaya adamışsa
kendini; gelecek nesilleri şanslı sayarım. Daha 20'sinde
hayatının baharında toy delikanlının gözlerindeki sevgi dünyayı
güzelleştirmek için çabalıyor âdeta.
_ Akif Hoca'm, nasılsınız?
_ Ooo Salih evladım, nerelerdesin? Gelemeyeceksin sandım
bugün.
_ Olur mu hiç Akif Hoca'm, geleceğim dediysem gelirim. Hem
sizin gibi bir hocanın hoş sohbetinden mahrum kalmak beni
üzer.
_ Var ol evladım. Ee nasıl geçiyor gençlik zamanların? Ne
yaptın dünkü imtihanı, verebildi mi?
_ Verdim tabi hocam, çalışmayana geçer not yok. Durun iki çay
alayım, hava da güzel. Sohbetimize eşlik etmeli tavşan kanı
çaylarımız. Başka bi isteğiniz arzunuz var mıdır hocam?
2
_ Yok evladım ne isteğim olabilir ? Can sağlığın.
_ Sağ olun hocam. Çay dediğin kuru kuru gitmez, yanına
portakallı kek alacağım. Siz de sever misiniz?
_ Portakallı kek... Sen sevdiysen tadı güzel olmalı. E al bakalım
Akif hocana da bi tane.
_ Hemen geliyorum hocam. 2 şekerli çayınız ve portakallı
kekiniz birazdan önünüzde efendim.
Bu çocuk gülmeyeni güldürmeyi iyi biliyor doğrusu. Daha gelir gelmez neşesiyle
bahçenin hatta bu duygusuz ihtiyarın neşesini yerine getirdi. Ana babasının büyük
şansı olacak bu delikanlı. Yüzüne, diline, sohbetine yansıyan merhametinden belli
ediyor. Bunu tahmin etmek için kâhin olmaya ne hacet?
Elinde tuttuğu tepside iki çay ve iki portakallı keki ile göründü
Salih. Geç gelmesine bakılırsa gidene kadar başka siparişler de
almış, kimi kimsesi gelmemiş arkadaşlarıma dağıttıktan sonra
bizim çayları kapıp geliyor. Bak şimdi aaa !
_ Geldim hocam
_ Zehra Hanım seni şurada lafa tutmasa daha erken gelecektin
ya.
_ Ne tatlı bi teyze.
_ Tatlı mı bilmem de çok konuşur.
_ Olsun hocam, konuşmaları için burdayım zaten.
_ Sebep?
_ Bi sebep yok, dinlemeyi severim.
_ Herkesi mi?
_ Herkesi.
_ O hâlde ben seni dinleyeyim.
_ Hep beni dinliyorsunuz hocam. Ben de mi sizi dinlesem biraz?
3
Merak etmeyin, uslu bi öğrenciyim. Parmak kaldırmadan söz
almam.
_ İlahi çocuk. Gülmeyi unutmuştum. Hatırlatmak için mi kader
seni buralara yolladı?
_ Hayır hocam kendim geldim. Keki beğendiniz mi?
Tahir babasını kaybetmenin üzüntüsüyle sarsılmış karısının
desteği ile kısa sürede toparlamıştır. İşine, sâde yaşantısına
analığı ve biricik karısı ile devam eden adam, babasından kalan
arsayı satıp altına fiyakalı bi araba çekmişti. Malûm gebe olan
eşini ile yaşlı analığını pazara çarşıya yürütmek içine
sinmiyordu. Her ne kadar pazar çarşı yakın olsa da işin doğrusu
sabahları İstanbul trafiğinde sıkış tepiş dolmuşla işe gitmek
akşamları da aynı rezillik içinde dönmek ona zor gelmeye
başlamıştı.
Hanımının doğumu yaklaştıkça içindeki heyecan artıyor daha da mesut olacağı
günler için kabına sığmıyordu. Kız mı olacak erkek mi tartışmalarına "sağlıklı doğsun
önce ama isterim ki erkek olsun" cevabını verirdi. Ne de olsa Anadolu topraklarında
erkek adamın erkek oğlu olur kültürü hakimdi. Okumuş da olsan çiftçi de olsan
marangoz da, bu atadan gelme düşünce varlığını devam ettiriyordu. Nihayet 9 ayı
geride bırakan Elif'in sancıları tutunca hane içinde bir telaş başladı.
15.05.1956 yılı Tahir'in gülen gözlerinin ebediyete kadar
4
söndüğü uğursuz bir gündü.
Yaşamı boyunca unutamadığı iki tarih olmuştur. Biricik eşini
kaybettiği gün ve dünyaya geldiği gibi anasını toprağa gönderen
kızı Aynur'u terkettiği gün.
Aynur 7 yaşına basmış fakat o güne dek babası tarafından kabul görmemiş saçı
okşanmamıştı. Fatma Hanım tarafından büyütülen kız okul çağı gelmişti. Ne var ki
Tahir, onu her gördüğünde toprağa verdiği eşini hatırlar azap çekermiş. Gerçi eve
geldiği, kızını sorduğu, merak da ettiği yoktu da. Yıllarca el kadar kızına ve hayata
duyduğu öfkenin sebebi bilinirdi. Bunu, öksüz kızı da anlıyordu artık. Fatma Hanım "el
kadar sabinin ne suçu günahı var, bi kerecik bağrına basıversen" diye ömrünü
çürüttüğü hâlde kapıdan çıkıp giden oğlunun ardından bakmaktan başka bi şey elde
etmedi. Bu imtihana da sustu, sabretti. Ta ki, Tahir'in karşısına geçip Aynur'u evden
gönderme kararına kadar. Yetimhaneye verilmesine gönlü razı olmayan cefakar
kadın çareyi torununu alıp Bursa'ya dönmekte buldu. Kocasından kalan emekli aylığı
ile hazırda duran memleketteki evinde ömrünün geri kalanını yaşamayı mâkul buldu.
Başka çare yok gibiydi. En azından daha insaflı bi çareydi; el kapısına bırakılmaktan
veya yüzüne bile bakılmadığı, doğduğu gibi düşman belleyen babasıyla
büyümesinden.
Koca dünyada, koca evde yalnız başına kalan Tahir, iyice ıssız
adama dönmüştü. Ruhsuz, duygusuz, hissiz geçen yıllarla gün
geçtikçe yaş alıyordu. Sabah evinden çıkıp işine gidiyor,
akşamında yalnız başına kaldığı hapishanesine geri dönüyordu.
Kimi zaman özellikle hafta sonları, Kadıköy'deki meyhanelerden
birinde sabahlayıp acısını, öfkesini bi süre de olsa uyutmaya
çalışıyordu.
Ahbaplarından ara sıra aldığı mektupları ( Bursa'dan gelen haberleri) eline alınca
Elif'inden gelen mektubu hatırasına yerleşiyordu. Okumadığı mektupları bir bir
çekmecesine atıyordu. Ne yazmışlar ne havadis var, bunların hiçbirini merak etmiyor
ya da ölmüş duygularını canlandırıp sevgi kırıntısını yeşertmeyi "ihanet" sayıyordu.
5
Aylardır tanıdığım çocuğu, yılların yalnızlığına ilaç gibi buldum.
Sık sık ziyaretime gelen delikanlı hayatıma renk getirmekle
beraber gömüldüğüm azaptan çıkardı sanki beni. Genelde o
anlatır ben dinlerim. Her şeyden anlatır; mektebinden,
ailesinden, memleketinden, arkadaşlarından. Her şeyden işte,
aklına gelebilecek her şeyden.
Bense dinlemeyi veya buralardan bahsetmeyi yeğliyorum. Bugüne kadar kendimden
bahsetmeyi hiç bilmedim. Aslında kendimi de bilmedim, bilmediğim şeylerden nasıl
bahsederim ki? Kendimi tanısaydım başkalarına tanıtırdım. Her neyse.