Hannibal
Kıyı şeridinde, ticaret gemilerimizin Roma’nın sinirlerini hoplattığı bir şehirde doğdum. Daha kendimi
bile tanımadan savaş başladığını öğrendim. Roma’yla savaşmak mı? Cesaret işi. Ama bizimkiler biraz
fazla cesur olmalı ki ordunun yarısı paralı asker. En azından onlar para alıyor; benim ödülüm kuru bir
ekmek, bir de ailemin geleceği (umarım o da gelecektir).
Başımızda bir komutan var: Hannibal! Küçük yaşta savaşlara katılmaya heveslenmiş ama babası
“Tamam, gidersin ama tek bir şartla: Roma’dan nefret edeceksin!” demiş. Adam da o günden beri
kinle yaşıyor. Yetmezmiş gibi ordusunda filler besliyor! Daha kendimize bakamıyoruz, o fillerle ne
yapacağız? Ama delilikte sınır tanımadığı için ülkede generalliğe kadar yükseldi.
Bir gün Roma dostu bir kenti istila edeceğiz dediler. Sekiz ay boyunca taş üstünde taş bırakmadık
(daha doğrusu bırakamadık). Nihayetinde kenti aldık ama Romalılar, Hannibal’ın kellesini istedi.
Neden mi? Müttefik kenti alması mı, yoksa “Bu kadar uzun sürer mi kardeşim?” diye düşünmeleri mi,
bilinmez. Bizimkiler Hannibal’ı vermez tabii. Ee, savaş da böylece yeniden başladı.
Bir gün komutanımız çıktı dedi ki, “Alpler’i aşacağız!” Önce güldüm, şaka zannettim. Meğer ciddiymiş.
Bir de yetmezmiş gibi filler de götüreceğiz diyor. Filler mi? Bize doğru düzgün yemek bile yok, bu
devasa hayvanları nasıl besleyeceğiz? Ama Hannibal “Fillerle Roma’yı ezip geçeceğiz!” deyince kimse
sesini çıkaramadı.
Alpler’e varmadan önce komutan dedi ki, “Kuşatma makinelerini bırakın, yük oluyorlar.” Bir kişi bile
çıkıp “Kuşatma olmadan Roma’ya nasıl gireceğiz?” diye sormadı. Ama 37 tane filimiz var ya, kim takar
kuşatma makinelerini?
Dağları geçtik, ama ovaya indiğimizde 26 bin asker ve birkaç fil kalmıştı. O kadar kayıp vermişiz ki
moralimiz yerle bir. Ama Hannibal’da tık yok: “Devam!” dedi. Hadi bakalım...
Yolda bulduğumuz her yeri yağmaladık. “Roma’ya gidiyoruz” diyorduk ama Hannibal, Romalılar yerine
köylerle uğraşıyordu. Bir köye gidip erzak aldık, öbürüne gidip başka şeyler. Romalılar bize karşı ordu
gönderdikçe yeniyor, “Başka kim var, gönderin!” diyorduk. Ama Hannibal, Roma yerine güneydeki
köyleri yağmalamaya başladı. Artık bizim için savaş stratejisi, “Karnımızı doyurup yolumuza bakalım”
olmuştu.
Romalılar boş durmamış, vergi artırmış, borç toplamış, bir ordu kurmuş. Bizim Hannibal bunu
duyunca, “Hemen Roma’ya yürüyelim!” dedi. Ama Romalılar o kadar sinirlenmiş ki bizimle ittifak
yapan şehirlerden birine saldırmış. Şehir geri alınınca halkına öyle kötü davranmışlar ki diğer
müttefiklerimiz bir bir bizden kaçtı. “Ee, biz ne yapıyoruz burada?” diye sormaya fırsat kalmadan bir
baktık, Roma’nın ortasında sıkışıp kalmışız.
Hannibal’ın planları hâlâ kafamı karıştırıyordu. Güneyde dolaşıp erzak yağmalamak dışında ne
yaptığımızı anlamamıştım. Tam “Bu iş artık olmaz, eve dönelim” diye düşünüyordum ki Hannibal,
“Roma’ya yürüyoruz!” dedi. Yine güldüm. Ama bu sefer şaka değildi.
Roma’nın etrafında dolanıp durduk. Bir ara dedim ki, “Komutan, acaba bu fillerle şehri turlayıp ‘Bakın,
biz buradayız’ mı demek istiyorsunuz?” Hannibal cevap vermedi. Ama gözlerinde “Evet, ama belli
etmeyelim” diyen bir parıltı vardı.
Romalılar da durmadı tabii. Yeni bir ordu topladılar, üstümüze çullandılar. Biz iyice köşeye sıkışmıştık.
Erzak yok, destek yok, moral zaten sıfır. Hannibal, “Bir planım var!” deyince içimden, “Eyvallah, gene
saçma bir şey yapacağız” diye düşündüm. Ama bu sefer ne yapacak, gerçekten bilmiyordum.
Komutan, ordunun geri kalanıyla Roma ordusuna son bir hamle yapmaya karar verdi. Saldırıyorduk
ama ortada fillerden eser kalmamıştı. Son kalan fil, Hannibal’ın üstündeydi. Fakat zavallı hayvan,
açlıktan ve yorgunluktan bizim kadar bitkin görünüyordu. Roma ordusu bizi dört bir yandan
çevirdiğinde Hannibal son kez, “Teslim olmayacağız!” diye bağırdı. Ama bakışlarından teslim olmamız
gerektiğini anladım.
Roma askerleri sonunda Hannibal’ı yakaladığında, hepimiz derin bir nefes aldık. Komutan, “Beni
yakaladınız ama Kartaca’yı asla!” diye bir nutuk çekti. Yanımızda birkaç Romalı asker, “Kartaca’yı mı?
O gemiler zaten yandı be adam!” dediğinde, Hannibal’ın yüzündeki ifade paha biçilemezdi.
Hannibal esir düştü ama bu onun kararlılığını azaltmadı. Hatta esaretinin ilk günlerinde Roma’nın
liderine, “Siz iyi savaşıyorsunuz ama ben fillerle savaşıyorum. Kendi kendinize karşı hiç şansınız yoktu”
diyerek kendi başarısını övdü. Romalılar arasında, “Hannibal’ın filleri vardı ama planı yoktu!” diye bir
şaka yayıldı.
Ve biz mi? Hannibal esir alındıktan sonra bir köşeye çekildik ve düşündük: O kadar savaştık, o kadar aç
kaldık, o kadar üşüdük. Peki ne için? Filler için mi? Yoksa Hannibal’ın çocukluk travması için mi? Ama
bir şey kesin: Hannibal’ın esir düşmesiyle bu hikâye, sonunda biraz da olsa mantıklı bir sona ulaştı.
Geriye, birer mizah unsuru olarak anlatacağımız, “Biz bir zamanlar fillerle Roma’yı fethetmeye
kalkmıştık” hikayesi kaldı.