Hastane Odası
Hastane Odası
Saat 10.32. Az önce hemşire yüzünden uyandım, serum takmaya geldiğini varsayıyorum. Hiçbir şey hissetmiyorum. Oda bomboş, Sadece hemşire, ben, yatak, doğru gösterdiğine inanmak istediğim bir duvar saati ve eski bir televizyon. Televizyonun ekranı karıncalı. Karıncalı ekran ortama melankolik bir hava katıyor. Televizyonu kapatmak istedim ama kumandaya uzanabilecek halde değilim ve açıkçası çok da umurumda değil. Hislerim kayıp ve ayakuçlarıma kadar yorgunum.
Saat 10.35, hemşire serumu taktı ve şu an pencereye ilerliyor. Yazın ortasındayız ama bu sabah hava beni ürpertecek kadar serin. Gökyüzü sanki güneş yorulmuşçasına karanlık. Hemşire kolunu kaldırıyor ve evet pencereyi açtı. İçten içe titrediğimi söyleyecek kadar bile enerjim yok. Hemşire çıktı. Odadan çıkarken birkaç cümle geveledi sanki. Ne demişti? "Kokudan bayılmama şu kadar kaldı." mı? "Korkudan bayılmama şu kadar kaldı." mı? Bilemiyorum. Ama ben onu ilk gördüğümde korkudan bayılacağım sanmıştım. O gün, buraya ilk geldiğim gün, yüksek seslerle sızlanırken gözümün gördüğü tek şey onu hayalete çeviren beyaz fondöteniydi. Hiç aynaya bakmaz mıydı bu kadın! Bunları düşündüğüm için belki de utanmalıyım. Utanırdım da eskiden. "Sen kim oluyorsun da insanları yeriyorsun! Kendine gel." Bunları derdi eski ben. İnsanlarla alay etmek mi? Kibir mi? En büyük, en ölümcül günah; ama eskidendi işte. Bunların hiçbir önemi yok bugün olduğum, o günden başlayarak bugüne kadar dönüştüğüm insanın nezdinde. Ambulanstayken kabullendiğim kaderim bana hayatta kalmak için tek bir yol sunmuştu: İnsanları yermek. Başka yapabileceğim bir şey yoktu. Ruhum artık bu işlevsiz bedene hapsolmuştu. Bomboş bir hayat, hareketsiz bir vücut, birkaç hasta bakıcı ve hayaletvari bir hemşireden başka hayatımda hiçbir şey kalmamıştı. Aslında artık hemşireye alıştım diyebilirim, her gün halimi hatırımı soruyor ama bundan ötesi yok. Azıcık minnet duygusu sadece, onu umursamıyorum bile. Umursasaydım onu seçimlerinde uyarırdım fakat kendimden başka kimse ilgimi hak etmiyor.
Saat 10.43. Pencere açıldıktan sonra televizyonun ekranı geldi. Açık olan kanalda bir kayıp bulma programı var. Ağlayan bir anne, ne olduğu hakkında fikri olmayan minik bir çocuk ve başka bir evrenden gelmiş gibi görünen baba. Onları bile kıskanıyorum. En azından özgürler. Dans edebiliyorlar, yazı yazabiliyorlar, yemeklerini kendileri yiyebiliyorlar. Bana kıyasla ne kadar şanslılar, çoğu kişi gibi. Peki kaç kişi benden daha şanssızdı. Muhtemelen tahmin edebileceğimden daha fazlası... Bunun beni daha mı iyi hissettirmesi gerek? Çoğuna göre evet, bana göre hayır. O kötü günden önce dertlerimden utanır, halime şükretmem gerektiğini düşünürdüm. Ya da gider, şu an beni umursamayı bırakmış dostlarımla dertleşirdim. Beni umursamayı bırakmamış olsalardı, her şey eskisi gibi olsaydı belki şu an evimde yeni bir tarif deniyor, kedilerimle oynuyor olacaktım. Kedilerim... Ne güzeldi her biri, ne şekerlerdi. Keşke şimdi de yanımda olsalar, derimi tırmalasalar, burnuma sürünüp hapşırmama sebep olsalar. Ne çok özledim onları...
Saat 11.07. Hasta bakıcı girdi içeriye. Lamba beni selamlarcasına, ya da küfür edercesine, yanıp söndü. Hasta bakıcı yanıma ilişti. Yemeği yanıma bırakıp bir gayretle yedirip odadan çıktı. Bıkkınlığını belli etmemeye çalışır şekilde "Afiyet olsun." dedi, demese de olurdu. Kimseye, hiçbir şeye tahammülüm kalmadı.
Saat 13.18. O günü düşündüm. İki teker, hız yapma isteği ve tavan yapmış adrenalin. Sadece bu üçü hayatımın gidişatını belirlemişti. Mükemmel karışım, yazdığım en güzel yazıdan bile daha kusursuz.
Saat 14.20, 15.25, 16.30. Bir ses geliyor koridordan. Tanıdık bir ses yükselip alçalıyor, sinir bozucu. Saat 16.32 ve sesler kesildi. Şimdi de ayak sesleri başladı, yüksek ayak sesleri İyice kapıya yaklaştı. Hemşiredir herhalde.
Saat 16.34. Kapı kolu her zamankinden daha yavaş ve temkinli açılıyor sanki... Ve açıldı. Saat kaç, unuttum. Zaman durmuş muydu, yoksa her zamankinden daha mı hızlı akıyordu? Ne oluyordu saniyelere? Dakikalar ölmüş müydü, yoksa onlar da mı felç kalmıştı? İki göz, üzerimde dolaşan tedirgin ve utangaç iki göz... Beni süzüyor, sanki özür diliyor. Uzun zamandır yoktum beni affet diyor. Usulca yanıma yaklaşıyor ve ellerimi tutuyor. Artık bakamıyorum. Gözlerimi kapadım, mühürledim göz kapaklarımı. Teni tenime değince kalbimin yayları koptu. Eli sıcaktı ama benim kalbim artık soğumuştu. Ne yangınlar kopsa tekrar ısınamazdı artık. Ben yalnız bir hiçtim bundan sonra bu dünyada. Kimsesi olmayan, hiçbir kası tutmayan bir hiç...