top of page

İyi Şeyler, Kötü Hareketler, Çirkin Kadın

rmanın orta yerindeki ahşap kulübesinde çam kokuları arasında yine gözlerini açtı. Saçları seyrelmiş, görmüş olduğu öğrenimin getirdiği kamburla ve bakımsız vücudunun ortaçağdaki uzantısı olan çirkin yüzüyle… Evet… yine açtı gözlerini. Yatağının karşısında sıralı şekilde asmış olduğu yüksekokul diplomaları vardı. Kadınların okumasının yasak olduğu ortaçağda, erkek kılığında okumayı başarmış, ama erkek çirkinliğine hapsolmuştu. İyi bir dereceyle mezun olmuş, çağı hasebiyle elde etmesi zor kitapları ele geçirmiş, kütüphanesini kurmuş, kimya, biyoloji ve anatomi konusunda krallık memuriyetinde aylık on altın (o dönemde yüz yirmi altına başkentte ev alınabiliyordu) maaşla çalışabilecekken, kadın ve çirkin olduğu için ormanda yaşamak zorundaydı. Mevzunun cinsiyet veya sınıf olmadığı dönemlerdi bunlar. Elbette erkek olmayan akademiye giremiyordu, ve elbette fakir olanlar da giremiyordu. Ama etrafta bunun tersine dönük hikayeler de mevcuttu. Ortaçağda olmayan sizler ve bendeniz yazarınız, durumun aslına dair bilgi sahibi olmadığımızdan, tabiidir ki hikayelerde anlatılanlara inanacağız.
Yine açtı gözlerini. Tam karşısında almış olduğu diplomalar… İlk defa işe yarayacaklardı. Bu seferki iş basit bir soğuk algınlığı işi değildi. Kök kaynatarak ayda yedi buçuk gümüş para (o zamanlar dört çavdar ekmeği ve üç kilogram civarı tereyağı üç gümüş para ediyordu) kazanıyordu ve bu para sadece gıdasına yetiyordu. Birikim yapması mümkün değildi. Az da değil, artık yirmi üç yaşında idi ve ortalama insan ömrü otuz beş sene civarı idi. O da savaş olmazsa… Savaş meydanında çok iş geliyordu yaralılardan, ancak bulaşıcı hastalıkların sebebini bilmese de sonucunu biliyordu. Mikropları veya virüsleri tanıyacak dönem değildi. Ancak hijyenin öneminin farkındaydı ve ilkel derecede kendine yetecek kadar sabun da yapmıştı çiçek özlerinden. Daha sonradan adını koyacağımız veba veya kolera veya suçiçeği veya grip veya kazıklıhumma veya diğer güçlü virüsler sabun dinlemiyordu elbette.
Bu seferki işe açtı bu sabah gözlerini. İş basitti. Genç bir kız çocuğunun canı alınacaktı. Sebebini soramadı elbette. İnsan gözü de tavşan gözü gibidir, ışık vurunca beyni donar kalır. Hele ki gelen ışık bir komutanın kılıcının altın kabzasından geliyorsa… O tutukluk esnasında komutan “Bin altın” gibi bir şey söylemişti. Yani bir ev ve bir at, hatta biraz yatırım ve ortaçağın olmazsa olmazı bir koca bile alabilirdi. Elbette erkekler sayıca azdılar savaşlar nedeniyle, ancak okumuş kadın ortaçağ için çirkin sayıldığından olsa gerek, dönüp bakanı da olmamıştı. Parası olursa, elbet bakanı da çıkardı. Ortaçağ da olsa, paranın yüzü hep sıcaktı.
Dün sabah pazara inip iki kilo yedi yüz gram civarı kırmızı elma almıştı. Elmaların cinsi Scarlet Spur idi ve akşam yemeği sonrası Conium maculatum çözeltisini enjeksiyonluk hale getirmek için kaynatırken, ki arada kıvam arttırıcı baharat ve aromaları kitapta yazanla birebir uygulamıştı, dayanamayıp üç tanesini yemişti. Çavdar ekmeği üstüne sürülen tereyağı sonrası genizde oluşan hafif koku sonrası yenen bu elma, kendisine çok iyi gelmişti. Ancak ne zaman tereyağı yese bir ağırlık çöküyor ve başı dönüyordu. Çare biraz sarımsak yemekti ve bunu hep uyguluyordu. Çözelti istediği kıvama gelince, kalan elmaların içine dikkatlice enjekte etti. Enjeksiyon işleri sonrası elini yıkadıktan sonra, bir miktar balmumu karışımını elmaların üstüne uygulayınca, elmalar tam bir renk cümbüşüne dönmüştü. O dönem natürmort dönemi değildi, yoksa tam resmedilecek bir görüntüleri vardı.
Komutanın dediğine göre, kurban da ormanda, yaklaşık dört yüz yirmi altı metre ötede yaşıyordu. Çirkinliğin avantajı yaşlı göstermek, yaşlı görünmenin avantajı da kibir sahibi boş beyinlere sevimli görünebilmekti. Plan ise oldukça basitti. Zehirli elmayı Karbeyaz’a (ki Türkler kendisine Pamuk Prenses diyordu) vermekti. Bir ısırık ve kaçınılmaz son… Plan tam istediği gibi gitti.
Bu sabah heyecanlı açtı gözlerini. Bir can aldı. Karşılığında on bin altın… Altın kabzalı komutan geldi. Üzerinde bir heybe olan atı gösterdi. “Al” dedi “pis cadı…” Bu sabah açtığı gözleri bomboş baktı ata. Önce altınlar kayboldu, sonra at. “Bu krallık sana bilgiyi çok görmüş, altını mı verecek?” dedim içimden.

© 2025 by ZOR Dergi. 

bottom of page