Kaçan Yolu Değil Kendini Bulur
Nereye gidersen git, kendini de beraberinde götürüyorsun. Gitme arzusu insanın geçmişten kurtulma ya da içinde bulunduğu hayattan daha iyisini istemesiyle başlasa da insanın kendini bulduğu yer hep aynısı oluyor. Her girdiğin sokak başka bir soruna çıkıyor. Gittiğin yerin manzarası değişse de, zihnindeki karmaşa seninle birlikte yolculuk ediyor. Yollar, şehirler, insanlar… Hiçbiri seni o bilindik kaostan koparamıyor. Sorunların valizinde taşınan bir yük gibi seninle geliyor. Gitsen de sorunlar çözülmüyor. Sen tüm derdinin ait olduğun ev, bulunduğun küçük semt ya da seni geriye çektiğini düşündüğün insanlar olduğunu sanıyorsun fakat kendinle baş başa kalabildiğin ilk anda anlıyorsun asıl problemi. Hissettiğin karmaşa tamamen seninle ilgili ve sana ait. Sen başkalarıyla olan sorunlarını değil, kendinle olan savaşını çözemiyorsun. Zihninin derinlerinde yankılanan o huzursuzluk, her adımda seni takip ediyor. Konfor alanından çıkmak ilk başta ya cesaretle parlayan kısa bir heyecan ya da kalbini sıkan, nefesini daraltan bir korku veriyor insana. Bununla ne yapacağını en başında bilemiyorsun. Aslında her şey gibi buna da bir süre sonra alışılıyor. Kendine yuva olarak seçtiğin yeni bir evde, tanıştığın yeni insanlarda ya da seni büyüleyen bir şehirde yeni bir heyecan hissetmeyi başarabiliyorsun. Bunun büyüsüne kapılmak çoğu zaman daha kolay geliyor. Yeni bir başlangıç arayışında olan bizler, her şeyi romantize ederek çekilebilir kılmaya çalışırız. Çoğu zaman kapalı kapılar ardındayken bu gerçeği fark ediyoruz. Sessizliğin içinde, yavaşça üzerimize çöken o düşüncelerle boğuşuyoruz. Zaten gitmek, içimizde yaşadığımız arbedenin en gerçekçi çözümü. Hala çabaladığını başkasına değil, kendine gösterme isteği. Tüm gençliğimizi, belki de yetişkinliğimizi buna adamış olmaktan gocunduğumuzu sanmıyorum. Yorucu olduğu kesin. Zihnindeki kargaşayı düzene koymaya çalışırken tökezlemekten korktuğun o anlar yoruyor insanı. Fakat yolun sonunda fark ediyoruz: Aradığımız ev dört duvar değil, sevgiyi ve güveni bulacağımız bir insan ya da geleceği garantiye alan bir meslek değil. O ev, kendimizi kabullenmek. Eğer şansımız varsa, en iyi versiyonumuzu yaratmak. Bu kabulleniş insana huzurdan çok daha fazlasını veriyor. Başını koyduğun yastıkta gözlerini kapattığında, uzaklara gitmeyi düşünmek yerine kendinle yaşamayı öğreniyorsun. En sonunda anlıyorsun ki, tüm yollar ne kadar dolambaçlı olursa olsun hep kendine çıkıyor.