Rıhtım
Çok eskilerde severdim bahsetmeyi uzak denizlerden, el değmemiş rıhtımlardan. Uzun yolculuklar beni ben yapardı, inanmazdım bağlılığa bir kaya parçasına. Bundan ötürü geldi başıma en amansız kabuslar. Kocaman kafası en iğrenç tonuydu yeşilin, dağlar kadar iriydi solungaçlı bedeni. Okyanusun haşmetli karnının en ortasında ki evinde uzanmış göz gezdiriyordu uçsuz ufuka. Ne aptaldım ben de, ne kadar saftı insansı merakım, götürdü beni tam da kollarının ortasına. Küçükken anlatmayı pek severdi büyüklerim canavarları, ıssız adaları...Peki bildiklerinden midir bu amansızı? Sanmam. Zordur kabullenmek yolun sonunu, lakin bulamazsın çıkışı O'nunla göz göze gelince. Ağlamak geldi içimden ağzını açtığı vakit, ah, ne muhteşem, ne iticiydi kaymaksı gözleri. İnsanın özünün en içinden gelir tapası, en derininden gelir kaçası. Çıkmaz sokaktı rahmi, kayboldum bense dar sokaklarında. Derler ki en merhametlisi tanrıdır, artık inanmam.Eğer ki olsaydı bir tanrı bu mahluk olmazdı beni saran son canlı. Fakat belki merhameti ölümdü, beni yoksun bırakması da bir ceza.
Şimdi yok bir dilim anlatacak bu amansızı, olsaydı da anlatamazdım zaten. Kim dinler kimsesizi, kim kaale alır deliyi? Ne sen, ne de ben. Hakkım mıdır bir mezar bilemem, kalmadı anlamı sorgulamanın da. Yatacağım yer rahmi, saracak toprak da kemikleri. Duyamazsınız çığlıklarımı, yanarken ben yavaşça altımdan sürüklenen arafta.