Rüzgar Gülü
Havanın kasvetli olduğu bir Pazar sabahıydı. Erkenden uyandığım için içim daralmıştı ve kulaklıklarımı takıp evin yakınındaki bir parka yürüyüşe çıkmıştım. Dondurucu soğuk yüzüme yüzüme vururken kendi içimden ne gerek vardı keşke evde otursaydım diyordum. Parka gidince kimsenin olmadığını gördüm ve bir kere daha kızdım kendime. Söylene söylene dört beş tur atmıştım. Banka oturdum ve kulaklıkları çıkarınca bisiklet sesi gibi bir ses duydum. Şaşırmıştım,kış ayında bu soğukta ben söylenerek yürüyorken kim bisiklet sürüyor olabilir diyordum. Ardından parkın köşesinde bana doğru gelmekte olan minik bir kız çocuğu ve babasını gördüm. Bisikletinde hala dört teker vardı ama ona rağmen babası hemen yanından ilerliyordu. Ama benim dikkatimi rengarenk rüzgâr gülü çekmişti. Rüzgâr gülü dönsün diye hızlı gitmeye çalışıyordu ama babası izin vermiyordu. Yeni yeni sürmeyi öğrendiğini düşündüm çünkü bir kış sabahı erken kalkıp bisiklet sürmeye hevesi olacak tek kişi yeni öğrenmeye başlamış bir çocuk olabilirdi. Gülümsedim, aklıma küçüklüğüm geldi. Bisikletimde bir sürü her renkten rüzgâr gülü vardı. Ailem hep yanımdan gelirdi, düşerim canım acır diye korkarlardı. Şimdi ise yalnız kaldığım evimdeki sessizlikten kurtulabilmek için kendimi dışarı atmıştım. Uzun süre o kız çocuğuna baktım, saçları rüzgarla beraber uçuşuyordu. Beni donduran soğuk onun içini ısıtıyordu ve bu yüzüne yansıyordu. Kahkahalarını duyuyordum, o rüzgâr gülü hızlıca dönüyor diye o kadar seviniyordu ki. O günden sonra çoğu zaman denk gelmeye başladık. Parkta,markette, sokakta… Kış bitene kadar o dört tekerleğin yavaş yavaş iki kalışına, rüzgar güllerinin gittikçe artışına, babasının yavaş yavaş artık arkasından gelişine şahit oldum. Onu gördükçe kendi çocukluğum geliyordu hep aklıma, belki de bu yüzden çoğu yerde denk geliyoruz diyordum kendi kendime. Onun için bir yabancıydım ona ama bir çocuğun yavaş yavaş bir şeyler başardığına şahit olmak benim de içimdeki o minik kız çocuğunu çok sevindirmişti. İlkbaharın gelişi ile her yer yemyeşil olmuştu, parktaki çocuk sesleri evime kadar geliyordu. O sesler hem beni rahatsız ediyordu hem de aklımda bir sürü anı canlandırıyordu. Nisanın ikinci haftasının başlarında sesler kesilmişti. Sebebini anlayamamıştım daha doğrusu sebebini anlamak istememiştim. Uzun zaman sonra böyle sessizlik hem garip gelmişti hem de dinlenirim biraz diye düşündürmüştü. O hafta çarşamba günü okula gitmek için evden çıktım. Sokaklar anormal şekilde boştu. Sadece kuş cıvıltıları eşliğinde otobüsümün kalkacağı durağa doğru ilerlemeye başladım. Sola döndüm, geç kalacağımı hissettiğim için hızlanmaya başladım ve caminin önünden geçerken, normalde hiç dikkat etmem, gözüme bir kalabalık takıldı ama ilerlemeye devam ettim. Caminin köşesine gelince otobüs geliyor mu diye bakmak için kafamı çevirdiğim sırada o renkli rüzgâr gülünü gördüm. Önündeki insanlar çekilince o küçük kızın fotoğrafını da gördüm. O an bir şeyler oldu sanki bana. O kızı hiç tanımıyordum ama başkasının acısı içimdeki o küçük kızı da alıp götürmüştü. Galiba ben de içimdeki o kız çocuğunu gömmüştüm. Gözlerimi o kalabalıktan ayıramıyordum, boğazımın içimdeki acıdan ağrıdığını hissettim. Rüzgar gülü dönmeyi durdurmuştu sanki. Artık o rüzgâr gülü rengarenk değildi, acı ile doluydu. Her dönüşü geride kalanlara acı veriyordu. Küçükken sadece bisikletlerde gördüğüm rüzgar güllerini artık yirmilerimde mezarlıklarda görüyordum. O pembe bisiklete takılı olan rüzgâr gülü artık minik kızın saçlarına değil toprağına dokunarak, onun ruhu ile dönecekti ve geride kalanlara yaşamı hatırlatacaktı.