top of page

Sekar

O gece, cehennemin kapılarının tozu dumana kata kata açıldığından haberi yoktu.

Karşısında Tanrı'ya ve gökyüzüne meydan okurmuş gibi inşa edilmiş malikaneye bakıyordu. Kocasının ölümünün üstünden bir hafta ya geçmiş ya da geçmemişti, o da eski evlerinden ayrılarak büyükannesinden kalan bu eve gelmişti. Çocukluğundan beri hiç sevmediği bu evi neden sevmediğini bir kez daha hatırlamış olsa da burası artık onun yaşayacağı yerdi. Kimileri için cehennem bekçisiymiş gibi bir görüntüsü olan bu evin neden korkutucu geldiğini anlayabiliyordu. Siyaha yakın bir renkte boyanmıştı dış cephesi ya da belki de gece vakti varabildiği için kadına öyle geliyordu. Havada dolunay vardı, tüm parlaklığını dünyaya yansıtmaya çalışıyorken fazla yaklaşmıştı dünyaya, yine de onun ışığı bile evi aydınlatmaya yetmiyordu. Taş duvarları yılların yorgunluğunu taşıdığını belli eder gibi dolunaya başkaldırmıştı.

Kadının vücudundan bir titreme geçti, bu korkutucu evde yaşayacağının gerçeğini kafasından silmeye çalışıyordu çünkü içindeki seslerden her biri, geri dönmesi için ona yalvarır olmuştu. O sesleri de anlayabiliyordu çünkü düzgün psikolojisi olmayan bir insanın kaldırabileceği bir yer değildi. Malikanenin hemen yan tarafında sonsuz uykuya yatmışların yatakları yer alıyordu. Orası ile malikane, bahçe kapısını andıran ama daha çok korkutucu bir amaca hizmet etmek için yerleştirilmiş gibi duran simsiyah bir demir kapı ile birbirine bağlanmıştı. Ölümle arasında birkaç adım olması onun tekrardan ürpermesine sebep oldu.

Bahçe kapısına doğru adımlar attı ve gri kapıya elini uzattığında, kapının üstündeki anlamsız motifler çekti dikkatini. Eski bir dilde yazılmış gibiydi ya da bir büyüyü andırıyordu. Böyle bir şeyi anılarından hatırlayamıyordu, bu yüzden önemsememeye dikkat etti. Kapıyı açtığında, ağır bir metalik gıcırtı havayı yardı. Bahçe, karşısında dalgalanır gibi oldu. Bu dalgalanma ruhuna işlerken içindeki ona yalvarmaya devam eden sesi bir kez daha görmezden geldi.

Bahçeye adımını atarken etraftaki her şeyin nasıl da ölü olduğu çekti dikkatini. Senelerdir özen görmemiş olan bahçede yaşayan hiçbir şey kalmamıştı. Evin biraz ilerisinde bir nehir vardı, kadın, uzakta olmasına rağmen nehrin kenarındaki kayığı görebiliyordu. Kenara itilmiş, unutulmaya bırakılmıştı kayık. Birileri bu kayığı çok kez kullanmış olmalıydı fakat şimdi o da ömrünü doldurmuştu, çürümenin kollarına atılmıştı. Etraftaki her şey ölüymüş gibi hissetti; solmuştu çünkü her şey ve kadın, adeta gözlerine perde inmiş de her şeyi ölü olarak görüyormuş gibi hissediyordu. Soğuk havanın üflediği rüzgârın sesi çığlık atıyormuş gibi doluyordu kulaklarına, bu daha da ürpermesini sağlıyordu. Kar kokusunu alabiliyordu havadaki. Ancak biliyordu ki kar yağsa bile lavları söndüremezdi.

Kapıya vardıktan sonra ve kapıyı açtıktan sonra ilk defa durup kendi kendine düşündü. İçeriye girmek istemiyor olduğunun farkındaydı ancak başka bir şansı da yoktu. Rüzgârın çığlıklarından kaçabilmek için eve sığınması tek şansıydı, ayrıca gideceği başka bir yolu da yoktu. Bu yüzden cesaretini topladı ve kapının eşiğinden bir adım attı, attığı gibi de onu çürümüş ahşap kokusu, küf kokusu ve karanlık karşıladı. Bu ışıksızlıktan kaynaklanan bir karanlık değildi. Boşluğa adım atmış gibi hissetmişti, sanki etrafı hiçlikle kaplıydı. Kadın içeride adımladıkça, pencerelerden içeriye sızan ve sahte bir hava katan ay ışığı süzmelerinin aydınlattığı evi net bir biçimde görebiliyordu. İçerideki her şey, unutulmuş bir dünyanın izlerini taşıyordu: yıpranmış halılar, duvarlardaki kararmış tablolar ve uzun zamandır çalınmamış bir piyano. Her yer toz tutmuştu ve kullanılamaz gibi gözükse de bazı yerler, şaşırtıcı biçimde yepyeni gibiydi. Özellikle girişte yer alan ve büyükannesinin çok sevdiği aynanın parladığını görmüştü.

Kadının ayakları, ahşap zemine bastıkça, tahta tahtalar şikâyet edercesine gıcırdıyordu. Her adımıyla sanki evi uyandırıyordu. Rüzgârın camlara çarpmaya devam ettiğini fark etti, çıkarttığı sesler ürkütücüydü. Sanki duvarlar ona doğru eğiliyor, gölgeler göz ucuyla onu izliyordu. Kadın daha fazla alt katta kalmaya tahammül edemediğini fark etti. Biraz dinlenmeliydi, bu evde yapılacak çok tadilat vardı.

Koridor uzun ve dar bir geçitti. Duvarların sıvaları yer yer dökülmüş, altındaki taşlar ortaya çıkmıştı. Attığı her adımda kalbi de ona eşlik eder gibi gümbürdüyordu, kadın attığı her adımda karanlığa biraz daha teslim oluyormuş gibi hissediyordu. Merdivenlere denk geldiği sırada, orada olmadığını hatırladığı bir kapıyla karşılaştı. Anılarını ziyaret ettiyse de böyle bir kapıyı hatırlamıyordu. Hafızası onunla oyun oynuyor olmalıydı, ona yanlış anılar göstererek aklını sorgulatmak istiyor olmalıydı.

İçinde bir çekim hissetti o kapıya doğru adımlamak için. Kapıya doğru sürükleniyordu adeta ve buna engel olamadı. Ensesinde hissettiği nefes bile onu oraya sürüklenmekten alıkoyamamıştı. Alt kata inmeden önce köşede bulduğu gaz lambasına uzandı çünkü ne kadar karanlık olabileceğini tahmin edebiliyordu. Çakmakla gaz lambasına hayat verdi. Lambadan yayılan ışık evin içindeki karanlığı delerek geçti. Fakat yalnızca ışık kaynağı olabilmişti ve evin içinde dönerek kadını istila etmeye çalışan boşluk duygusunu durduramamıştı.

Çürümüş gibi duran kapıya vardıktan sonra zorlanmadan kapıyı ittiğinde, merdivenlerle karşılaştı. Taş merdivenlerdi bunlar ve her bir basamak sanki daha derine, daha karanlık bir yere iniyordu. Kadın engel olmak istedi kendisine ama o karanlığa, bilinmezliğe gitmek için bedeni çırpınıyordu adeta. Yine de adım atmaya devam etti, her adımının çıkarttığı ses birbirine karışıyordu ve sonsuza dek devam ediyormuş gibi gözüken bu merdivenin altına doğru yol alıyordu. Merdivenlerden indikçe hava daha da ağırlaşıyordu adeta.

Sonsuzmuş gibi gelen dakikaların ardından en alta indiği zaman gaz lambasını etrafa tuttu. Bir kapı vardı ve bir de masa. Yine engel olamadığı o dürtü, kapıya yürümesini emretti ona fakat attığı sarsak adımların durmasını engelleyen bir şey oldu. Kapının ardından gelen sesler adeta ruhunu zincire vurmuştu. Seslerin türünü anlayamıyordu. Bu sesler ancak uğursuzluğun sembolü olabilirdi ve ancak kapısı ağzına kadar açık olan cehennemin en alt katlarından geliyor olabilirdi. Hades, Kerberos'un tasmasını takmayı unutmuştu da korkutucu köpek, yeryüzüne mi çıkmıştı?

Kadının bacakları titremeye başladı ve korkuyla arkasını döndü. İçindeki ses tam tersini söylese de daha fazla alt katta kalamayacaktı. Yavaşça indiği merdivenlerden bu kez de koşa koşa çıkmaya başladı. Nefesini tutmuş şekilde koşarken, arkasında bıraktığı varlık her neyse, onun kahkaha attığını duydu. Zaferini kutluyordu sanki.

Kadın kendisini hızlıca üst kata attı, üst katın karanlığı bile onu korkutmaz olmuştu şu durumda. Kendisini korkunun hükümdarlığının altına atmıştı bilmeden. Hayal gördüğüne inanmak istedi, yorgunluktan kendisini kandırıyormuş gibi düşünmeye çalıştı. Bir an önce buradan gitmesi gerektiğini bağırıyordu zihni ama gideceği hiçbir yer yoktu. Dışarıda kalmaktansa kendisini kandırmayı tercih etti ve tekrardan merdivenlere yöneldi. Biraz dinlense kendisine gelebilirdi belki de.

Saatler saatleri kovaladı ve günlere evrildi, günler de birbirinin ardına devrildi. Karanlık bir türlü evi terk etmiyor gibiydi, gündüzleri bile evde karanlık bir huzur hâkim oluyordu. Dışarıdan sis eksik olmuyordu ve güneş ışıkları bir türlü evin duvarlarına çarpmıyordu. Geçen süre zarfında bodruma bir daha inmemişti, evin temizliğini yapmıştı. Bugün de farklı olmamıştı ve tekrardan gökyüzünde ay belirdiği vakit, kadın gaz lambasının ışığında kendi başına çay içiyordu. Gözleri boşluğa dalmıştı, beyni bin bir türlü düşüncenin istilasının altında kalmıştı.

Evin antresinden tıkırtılar geldiğini fark ettiğinde bir anlığına kalbi tekler gibi oldu. Korku ve merak beynini eşelemeye başladı fakat merak üstün geldi, kalkması için onu gazladı. Antreye çıktıktan sonra ise tıkırtının aynadan geldiğini fark edebilmişti. Eve girdiğinde parıl parıl olan ayna, şimdi de tıkırdamaya başlamıştı. Aynaya doğru bir adım attığı sırada kendi yansıması gözlerinin önüne doldu. Kendisine dair hatırlamadığı tek şey, boğazındaki mora dönmüş bir izdi. Yavaşça elini boğazına götürdü ve izi ovalamaya çalıştı fakat çıkartamadı. Dokundukça canı da acımaya başladığı için kısa bir süre sonra bundan vazgeçmişti.

Bir süre yalnızca kendi ölgün gözlerine baktı, içinde hiçbir duygu görünmese de aslında bir yeis dalgasının kölesi olduğunu bir tek kadın biliyordu. Tekrardan çayının başına dönecekti ki, bir anlığına arkasında başka bir siluet belirdiğini fark etti. Kalbinin ağzına doğru hareketlenmesiyle arkasına dönmesi bir oldu fakat arkasında kimse yoktu, yapayalnızdı.

Aynaya gözleri döndüğünde ise yeniden siluetle karşılaştı. "Yine hayal görüyor olmalıyım," diye mırıldandı kendi kendisine. Birkaç gündür evden çıkmamış olmasının ceremesini çekiyordu belli ki. Siluetin yüzü olmasa da kadın, onun başını kaldırdığını fark etti ve sanki, doğrudan kendisine bakıyormuş gibi hissetti. Ürpertici bir düşünceydi bu, sanki ruhuna bir şimşek çakmış gibi hissetmişti.

"Buradan çıkabileceğini mi sanıyorsun?" diye sordu siluet. Kadın ondan bir ses duymayı beklemiyordu, bu yüzden cinsiyeti bile belli olmayan sesin yankılarından fazlasıyla korktu, sesinin yankısı kafasının içinde çınladı. Kadının elleri korkuyla titremeye başlamıştı.

"Sen... sen de kimsin?" diye sordu titreyen bir sesle. Korkunun iliklerine kadar sızdığını hissetti, yavaşça tüm organlarında gezerken vücudu sarsılıyordu. Tam da o sırada, aynada bir çatlak oluştu ve büyümeye başladı. Örümcek ağı misali şekillerin etkisiyle aynanın tamamını kapladığında kadın, artık kendisini göremiyordu. Geriye doğru adımladı, histeri geçiriyormuş gibi vücudu bir titreme nöbetine kapılmıştı.

"Seni buraya neyin getirdiğini biliyorsun." Siluetin soğuk ve boşluktan yankılanan sesi zihnine temas etti kadının ve tekrardan onun korkudan titremesine sebep oldu. Nasıl bir ses cehennemin yedi kat altından yankılanıyormuş gibi olmasına rağmen kulağının dibinde duyulabilirdi?

Kadın korkunun esaretine daha fazla dayanamadan arkasına döndü ve kaçmak için bir yol aradı. Ama ayna, bir anda paramparça olarak büyük bir gürültüyle yere düştü. Ortada ne bir siluet kalmıştı ne de bir ses. Kadın için hangisi daha korkunçtu bilemiyordu çünkü artık izlendiğinden emindi.

Zaman zamana karışmıştı tekrardan ancak kadın, tarihten emin değildi. Sayılar üst üste binmiş anlamsız çizgilerdi onun için ve çıkmadığı evde tek işittiği şeyler fısıltılar, gördüğü tek şeyler ise siluetlerdi. Cehenneme gidemeyecek kadar iyi ancak cennete layık olamamış ruhların arafta takılıp kalması gibi fısıltılar da bu eve takılı kalmıştı sanki. Dahası, kadın artık evden ayrılmak istemiyordu. Burayla bütünleşmişti adeta.

Bir gece uykusundan onu uyandıran şey, kulağının dibinde hissettiği nefes sesi olmuştu. Alışmış olsa da kalbinin titremesine engel olamamıştı, korkuyla yataktan sıçradıktan sonra yanına döndü ve mumu yaktı. Oda boştu fakat hemen yatağının yanında, orada olmaması gereken bir anahtar fark etti. Bir kâğıdın üstüne yerleştirilmişti bu anahtar. Kadın anahtara uzandı, kâğıdı da alarak kucağına çekti. Kâğıdın üstündeki dili öncelikle anlayamadı fakat sonrasında, yazı yavaşça netleşmeye başladı. Yazıda, "Kapıyı açmanın zamanı geldi," yazıyordu.

Kadın, elindeki anahtarın nereyi açtığını anlaması çok da uzun sürmemişti ve kendisine bile şaşırtıcı gelen bir biçimde, hızlıca alt kata yürümeye başladı. Mumun ışığının aydınlatmasına bile ihtiyaç duymuyordu adeta, ezberlemişçesine hızlıca iniyordu merdivenleri. Bodrum kapısından da geçerek son merdivenleri indi, kapalı olan o kapıyla karşılaştı. Titreyen elleriyle anahtarı deliğine yerleştirirken içindeki korku duygusunu bir anlığına rafa kaldırmıştı.

Kapı gıcırdayarak açıldıktan sonra aslında açıldığı şeyin derin bir karanlığa açıldığını, içeriye attığı ilk adımla anlamıştı. Karanlık, adeta nefes alıyor, kadının kalp atışlarıyla uyumlu bir şekilde genişleyip daralıyordu. Kapkaranlık odayı elindeki mum ile aydınlatmaya çalıştıktan sonra ise duvarların üstünde binlerce yüzü görmesi bir oldu. Hepsi farklı bir siluetti, yüzleri yoktu fakat hissettirdikleri vardı ve kadın, hepsinin farklı olduğunu bir şekilde anlayabilmişti.

Bir adım daha attığı anda ayaklarının altındaki zeminin titrediğini hissetti ve saniyeler sonrasında, zemin tamamen kayboldu. Aniden, boşlukta asılı kalmış gibi bir hisle aşağıya doğru çekildi. Bağırmak istedi, ama sesi boğazına takıldı; çevresindeki hava o kadar yoğundu ki ciğerlerine dolmak yerine nefesini kesiyordu. Boşluğun ortasında dönmeye başladığında elindeki mum da anahtar da yok olmuştu.

Etrafında girdap gibi karanlık dönmeye başladı. Bu sırada kurtulmak için çabalıyordu kadın fakat kurtuluştan çok uzaktaydı. Binlerce ses bir araya gelerek kulağının dibinde ona sesleniyordu adeta. Tutunacak bir yer aradı ancak hiçbir yer bulamadı. Korkuyla gözlerini kapattığı anda bir soğukluk, bedenini bıçak gibi kesip geçti. O soğuk, yalnızca bedeniyle sınırlı kalmadı; ruhunun en derinlerine işledi. Sanki yaşadığı tüm anılar, hissettiği tüm duygular bu soğukluk tarafından donduruluyordu.

Cesaretini tekrar toplayıp gözlerini açması uzun bir zaman almıştı. Kadın, gözlerini araladığı sırada evin yakınındaki nehrin kıyısında buldu kendisini. Balıkçıya benzer bir adam, çürümüş olan kayığı tutarak yavaşça nehre doğru çekmeye başladı. Bu balıkçıda da farklı bir hava vardı, sanki bedenine üflenen şey ruh değil de karanlıkmış gibiydi. Balıkçının yüzü çürüktü, gözleri boşlukla doluydu. Kayığı nehre çektikten sonra gözlerini kadına doğru çevirdi.

Hava aydınlanmıştı, demek ki kadın, o çukurda çok uzun zaman geçirmişti. Yine de sis kaplıydı her yerde yeniden, hiç değişmemişti bu durum. Kadın yavaşça suya doğru yürüdü. Önündeki nehir, hareket etmekten çok, tüyler ürpertici bir şekilde sessizdi. Suyun yüzeyi siyah bir ayna gibi parlıyordu; ama içine baktığında, kendi yansımasından başka şeyler gördü. Kocasının yüzü belirdikten hemen sonra tekrardan kendisini gördü; gözlerinin altındaki koyu halkalar derinleşti, teni solgun bir kül rengine döndü. Boynundaki izi yeniden fark etti; ince, mora dönmüş çizgi adeta daha da morarıyordu. Soluk almakta zorlandı, sanki o iz şimdi yeniden canlanıyordu. Hızlıca kafasını kaldırdı ve gerçekten kaçmaya çalıştı. Balıkçı ona bakmaya devam ediyordu, kıpırdamıyordu bile.

"Geliyor musun?" diye sordu sonrasında balıkçı. Kayığa oturduktan sonra kadına dik dik bakmaya devam etti. Balıkçının sözleri unuttuğunu umduğu hafızasına bir balta gibi inmişti. Kocasının ölümünden sonrası aklına dolduktan sonra bakışlarını kayıkta sabit tuttu.

"Gelmek istemiyorum ama ben," diye itiraz etti. Sesi uzaklardan geliyordu, kocasının kalp krizi geçirdiği o anda asılı kalmıştı adeta. Gerçeğin yükünün ağır gelmesinden dolayı sesi bile ezilmişti. Her şeyi biliyordu, her şeyi hatırlıyordu.

"Gelmek zorunda olduğunu biliyorsun," dedi balıkçı. "Bunu sen seçtin."

Artık itiraz edemezdi kadın. Buraya kadardı. O an, ruhunun içinde derin bir sessizlik hissetti. Ne korku ne de öfke... Sadece teslimiyet.

Kadın, yavaşça kayığa bindikten sonra balıkçı, hiç ses çıkartmadan nehirde ilerlemeye başladı. Kadın, gittiği yerin hiçlik olduğunu çoktan fark etmişti. Nehrin karşısında onu bekleyen hiçbir şey yoktu. Gözleri son defa malikaneye doğru döndü. Her insanın hayatı boyunca illa bir defa uğrayacağı bu yer, kadının karşısına bir malikane olarak çıkmıştı.

Sisin asılı olduğu yeryüzü yavaşça sarsılmış olsa da etrafta sessizlik hâkimdi. Mezarlık suskundu, kadının arkasında bıraktığı her yer kapanan perdeden sonra sessizliğe bürünen sahne gibi sessizliğe bürünmüştü. Tam da o sırada kadın, kapıdaki, geldiğinde okuyamadığı yazıyı fark etti.

"Buradan içeriye girenler, her türlü umudu geride bırakın."

© 2025 by ZOR Dergi. 

bottom of page