top of page

"Shadow Creek’in Sırrı"

Maya, Londra’nın keşmekeşinden kaçmak için haritada bile zor bulunan Shadow Creek kasabasını
seçtiğinde, bunun huzur dolu bir tatil olacağını sanmıştı. Ancak kasabaya vardığında, beklediği
pastoral manzaradan çok uzak bir görüntüyle karşılaştı. Gökyüzü griydi, sokaklarda hiç kimse yoktu
ve eski taş evlerin pencereleri tahtalarla kapatılmıştı. Bir gariplik olduğu belliydi, ama Maya bunun
yorgun zihninin bir oyunu olduğuna karar verip yoluna devam etti.

Kasabanın merkezine vardığında, tek açık bina, üzerinde zar zor seçilen "The Hollow Oak Inn"
yazısıyla eski bir han oldu. Hanın ahşap kapısını iterek içeri girdi. İçeride onu, büyük bir şömine ve
odanın köşesindeki ağır bir masada oturan yaşlı bir adam karşıladı. Adamın yüzü, yılların çizgileriyle
kaplanmıştı ve gri gözleri bir an için Maya’yı rahatsız hissettirdi.

“Bir oda mı arıyorsunuz?” diye sordu adam, sanki Maya’nın gelişini önceden biliyormuş gibi.

“Evet,” dedi Maya, biraz tedirgin. “Sadece bir gece kalacağım.”

Adam ona anahtarı uzattı, fakat bu sırada garip bir şey mırıldandı: “Bir gece uzun gelebilir.” Maya
bunun ne anlama geldiğini sormadı. Belki de adam yaşlılığından dolayı anlamsız şeyler söylüyordu.

Odası, beklendiği gibi eski ve soğuktu. Ancak Maya'nın gözlerini tavan arasında asılı duran bir tablo
çekti. Tablo, genç bir kadını ve arkasında belirsiz gölgelerle dolu bir ormanı tasvir ediyordu. Kadının
gözleri, sanki Maya’ya bir şey anlatmaya çalışıyordu.

Gece yarısı, dışarıdan garip sesler duydu. Bir tür uğultu, ama insan sesine benziyordu. Pencereye
yaklaşıp dışarı baktığında, sisin içinde hareket eden gölgeler gördü. Gözlerini kırpıştırdı, ama gölgeler
kaybolmuştu. Tam o sırada kapısının altından bir not kaydırıldı. Notta tek bir cümle vardı: “Gölün
kıyısındaki taşları bul.”

Maya korksa da, merakı onu yerinde durduramadı. Ceketini giyip dışarı çıktı. Göl, kasabanın biraz
dışındaydı ve soğuk rüzgar yüzüne vururken yürümek zorunda kaldı. Nihayet göle vardığında, kıyıya
yakın büyük taşlar dikkatini çekti. Taşlardan birinin altında, eski bir kutu buldu.

Kutunun içinde siyah bir yüzük ve antik bir dille yazılmış bir not vardı. Notta şunlar yazıyordu:
“Zaman, kapıyı açmanın anahtarıdır.” Maya, notu okurken, gölün yüzeyi dalgalandı. Su yavaş
yavaş karanlık bir aynaya dönüşürken, derinliklerden bir siluet belirdi.

Bir anda, Maya’nın arkasından yaşlı adamın sesi yankılandı:
“Göl, bir kez aldığını asla geri vermez.”

Maya arkasını döndüğünde, adam oradaydı, fakat bu sefer daha genç görünüyordu. Aynı anda, suyun
içindeki siluet, tablodaki kadının yüzüne büründü. Maya’nın kafası karıştı. Birkaç adım geri çekildi,
ama ayakları kayan taşlara takılarak göle düştü.

Son duyduğu şey, yaşlı adamın yankılanan kahkahası ve gölün derinliklerinden gelen bir fısıltıydı:
“Zaman artık senin değil.”

Sabah olduğunda, kasabaya gelen bir turist, Maya'nın bıraktığı çantasını hanın önünde buldu. Ama
kimse Maya’yı bir daha görmedi.

© 2025 by ZOR Dergi. 

bottom of page